Bir elbisenin üstünüze oturması, terzinin onu sizi düşünerek yaptığı anlamına gelmez. Otu boku üstüne alınma yani.
Yiğit

19 Ekim 2010

Yapmak ya da yapmamak

Uzun zamandır pek az şey yazdım kendim hakkında. Bir süredir yazmak yerine silmeyi tercih ettiğimden olabilir. İyi de yaptım aslına bakarsan. Şu blogu içimi dökmek için çok az kullandım. Şimdi yazmak istemem şans mı? Yok; artık kendimi daha iyi tanıdığım, kendim hakkındaki teşhisleri daha iyi koyabildiğim için sanırım.
Düşüncelerinin yoğunluğu ne olursa olsun, bazen oraya kayıyor. Bazı durumlar içten içe hoşuna gitmiyor, kendine bile itiraf edemiyorsun. Çok uzun süredir kaybetme riskini alarak bir şey yapmadın, şimdi riske girmek (ki ihtimaller de senden yana değil gibi gözüküyor) zor geliyor. Çaba gösterdiğine değer mi, değmez mi bilmiyorsun. Sen ilk kez bişeyi sevmeye başladığını farkettin ve bundan korkuyorsun. Kendine itiraf etmeye korktuğun şey, çok uzun süredir özlemini çektiğin şey. Aklına geliyor, ama düşünmüyorsun. Hayalini kurmaktan bile korkuyorsun. Aslında kaybedeceğin bir şey yok. Zaten sahip değilsin şu an. Kaybetsen bile bir kaç ay içinde etkisinin geçeceğini bildiğin bişeyden çekinme sebebin, o ihtimali kaybetmek. Ah, hoşgeldin çocuk. Farkedemediğim şey buydu, farkına varmam gereken. Güle güle çocuk. Bu sefer arkada dur, kararlar benim. Bu yazıyı da bunun için yazdım aslında. Bu yazıyı bunun için yazdım aslında. Bilmeyen birine dağınık, bişey ifade etmez gözüksede ben bunu kararımı vermek için yazdım.
O zaman...

14 Eylül 2010

Kareler

Deviantart üyeliği açtım kendime fotoğrafları yükleyebileyim diye. Farklı bir site belki daha iyi olabilirdi. Bilmiyorum. Gene Tiny'ye yüklemeyeyim dedim. Zaten hepsini yükleyemiyorum. Sadece iznim olanlar ve zararsız olduklarına inandıklarım. Şahsen ben de otel fotoğrafçısının sonradan sevgilimin fotoğraflarını internete vermesini hoş karşılamazdım. Bundan dolayı sadece belli fotoğrafları yayınlıyorum. İzmir'de elimde bir adet canavar gibi Nikon F5 olacak, değişik mekanlarda daha iyi işler çıkarabilirim sanırsam.
Ayrıca Anna ve Katya ile çalıştığım ilk fotoyu 1 dakika içinde iki kişi favoriye ekledi. Karı kız her yerde iş yapıyor işte. Şimdilik rastgele 3 tane yüklüyorum. Kafama eserse sonra devam ederim. Ayrıca henüz Facebook'ta "Yiğit Dağhan Photography" fan sayfası açıp, fotoğraflarıma aynı etiketi verecek kadar kafayı bozmadım şükür.






10 Eylül 2010

Sıvama kısmı

Üşenmediğim ve yapacak cidden hiçbir şeyimin olmadığı bir an bu blogu elden geçirip çok güzel yazılar yazacağıma söz veriyorum. Kime? Kendime tabi.
Son yazılardan sonra iyice bombok oldu.

09 Ağustos 2010

Yani diyor ki,

Coming soon...

06 Temmuz 2010

Hikayeler

Bugün hikaye zamanı. İki tane masal anlatacağım. Birincisi dünya çapında bilinen bir masal. Şehrazat ve Şehriyar’ın hikayesi. Hikayemiz Şehriyar ile başlıyor. Şehriyar zamanın acem kralı.Acımasız, kötü. Ama bir sebebi var. Kadınlara karşı taşıdığı nefretin sebebi ilk karısı. İlk karısını çok seven Şehriyar karısı tarafından aldatılıyor. Bu aldatılmadan sonra bütün kadınlardan nefret ediyor ve kendi kendine bir ritüel icat edip, bir katliama başlıyor. Her gece, bir bakire ile yatağa girip ertesi gün o bakireyi idam ettiriyordu. Bir zaman kralın bu ritüeli böylece sürer. Sonra bir gün kalbi buna elvermeyen Şerazat, kralla geceyi geçirmek için saraya gider. Şehrazat tonla kitap okumuş; felsefeden, mitolojiden anlayan bilgili, zeki ve güzel bir kadın. Babası itiraz eder, gitme öldürür seni der. Ama o bunu göze alarak gider. Kral onu kabul eder. Gece geldiğinde, Şehrazat Şehriyar’a bir masal anlatmaya başlar. Masalın tam ortasında, can alıcı yerinde hikayeyi yarıda keser. Geç oldu, yarın devam ederim der. Şah, masalın sonunu merak ettiği için Şehrazat’ı öldürtmez. Ertesi gece Şehrazat hikayeye kaldığı yerden devam eder. O masalı bitirip yenisine başlıyor ve gene masalın orta yerinde saat geç oldu diye yarıda bırakır. Şah gene sonunu merak ettiği için öldürtmez Şehrazat’ı. Bu böyle tam 1001 gece sürüyor. 1001. gecenin sonunda şehrazat, anlatacak masalının kalmadığını söyler Şah’a. Ama Şah o kadar geceden sonra, artık Şehrazat’a aşık olmuştur. Haliyle öldürtemiyor. Öldürtmek bir yana, onu kraliçesi yapıyor.
Öyle masallar anlatmak gerek ki, öyle olmak gerek ki Şah sizi öldürmesin. Yarın Şah’ın sizi öldürüp öldürmeyeceğinden emin olmayarak, öyle masallar anlatmak lazım ki onunla beraber kalabilesiniz. Ta ki onun yargısını kırıp, onun sizi sevmesine yetecek süre kadar. Yapılabilir mi? Bilmem, bence Şehrazat da hiçbir zaman emin değildi bundan. Mesele de orada ya, göze alabilmekte. Bu hikaye ile ilgili süiti de ekeleyeceğim sonra.

İkinci hikayem ise yakın zamandan. 1980’lerin sonuna doğru. Hikayemizin aktörü bir gün motorla giderken kaza geçirir. Kolundan yaralanır. Pansuman için sağlık ocağına gider. Orada kendisine pansuman yapan kadına aşık olur. Kadın genç ve güzeldir. Arkadaşlarına sordurur, kimdir neyin nesidir bu kadın. Bir süre sonra haber yollar, görüşmek istediğini söyler. Bir yerlerde buluşurlar, konuşurlar. Adam anlatır ona derdini. Kadın kabul etmez. Adam da pes etmez. Mektuplar yollar kadına. O sert mizaçlı, kendinden taviz vermeyen adamın o hallerinden eser yoktur o sıralar. Kadının arkadaşları adamdan kurtarmak için kadını başka birilerine ayarlamaya çalışırlar hatta. Ama aslında aralarındaki en büyük engel mezhep çatışmasıdır. Biri sünnidir, biri alevi. Sünniler Alevilere kızlarını vermezler çünkü. Zaman sonra, adam ne yapar eder aşkına karşılık bulur. Kadın da onu seviyordur artık. Yaptığı her şey bir sonuca varmıştır. Ama kızın ailesi istemez adamı aynen dediğim gibi. Sorun çıkarırlar. Gelme evlenirsen derler. Kadın dinlemez ailesini, karşı çıkar. Evlenirler. Hiçbir şeyleri yoktur neredeyse. Bekar evinden bozma bir evde kalırlar. Arkadaşlarının nikahta taktıkları yardımcı olur biraz evi düzmelerine. Kadın gelinlik bile giyememiştir. Adam kadının ailesi ile görüşemez. Ta ki bir bebekleri olana kadar. Ancak ondan sonra gidip görebilirler kadının ailesini. Ama kadın 18 sene sonra bile ailesine karşı çıktığı için mutludur. Bir kere bile pişman olmamıştır. İşte bu da, benim varoluş hikayem. Ben böyle doğdum.

04 Temmuz 2010

Rimsky Korsakov - Scheherazade Süiti

Bu da yazılacak. Son bir kaç gündüz bu 45 dakikalık süit dışında pek bir şey dinlemedim. Artık öğrendim diyebilirim parçayı. Ama yazmaya zaman lazım.

True Romance

Yolda. Yani vaktim olunca yazacağım. Çok pis Guy Ritchie tadı aldım filmden, en azından filmin sonundan. Aşk hikayesi olmasa Guy çekmiş derdim. Sevmediğim bir kaç şey var, ama en önemlisi sanırım bir sahnenin müziğiydi. Kargaşanın ortasındaki bir sahnenin ardından gelen ve sadece geçiş sahnesi olan bir bölümde bu kadar sakin ve romantik bir müzik olmamış gibi geldi. Rahatsız oldum izlerken. Az sonra ortalık kan gölüne dönecek gibi değildi hiç. Neyse unutmayayım diye yazdım. Sonra tamamı hakkında yazınca düzenlerim.